1986 yılında ilk kez büro makineleri ile yoğun bir şekilde tanışmıştım. Daha önce bankalarda ya da devlet kurumlarında gördüğüm cihazları, şimdi kendim kullanacaktım.
Daktilo, Facit marka hesap makinesi, teksir makinesi…
Daktilo, günlük yaşantımızın değişmez bir parçasıydı. Aynı bugün diz üstü bilgisayarların olmadan yaşayamadığımız gibi bir kavramdı. Her devlet dairesinde, her gazetede, her yazarda, kısacası yazı yazmak gereken her yerde, evde, okulda, iş yerinde, mutlaka bulunurdu.
Çeşitleri de vardı! Uzun şaryo ya da kısa şaryo gibi adlarla anılırdı. Ancak ne olursa olsun Remington marka daktilolar, en makbul sayılanlardan bir tanesiydi.
Ancak…
En önemli sorun, bir daktiloda, aralarına karbon kağıdı koymak kaydı ile, en fazla dört nüsha yazı yazabiliyordunuz. Bu nedenle de teksir makinesi adında bir makine vardı. İlk yıllar, elle çevrilen bir kol yardımı ile yapılan baskılar, iş yerlerine fotokopi makineleri girmeye başladığı yıllarda, yerini otomatik ve elektrikli makinelere terk etti. Bu durum, iş yaşamında bir devrimdi ve artık teksir makinesini kullanacaklar açısından inanması güç bir konfordu.
Teksir makinesini kullanabilmek için öncelikle özel tasarlanmış mumlu kağıda gereksinim duyardınız. Bu kağıdı daktilo makinesine yerleştirdikten sonra, yazınızı yazar ve ilk sayfasını dosya nüshası olarak saklardınız. Altında bulunan mumlu kağıdı ise, teksir makinesine yerleştirirdiniz.
Daha sonra özel mürekkebini, ispirto ile çözdürerek özel haznesine mürekkep şişesini yerleştirirdiniz. Teksiri, her kağıda basamayacağınız için, bu amaçla üretilmiş üçüncü sınıf kağıt hamuru ile üretilmiş teksir kağıtları bulunurdu. Bu kağıtları da bölmesine yerleştirdikten sonra, artık baskıya hazır duruma gelmiş olurdunuz. Geriye kalan yalnızca, yazınızı kaç nüsha çoğaltacaksanız, teksir makinesinin kolunu o kadar çevirmektir.
İlkokul yıllarında matematik derslerinde yalnızca dört işlemi yapmayı değil aynı zamanda bu dört işlemin sağlamasını yapmayı da öğrenirdik. Çünkü bizler için henüz hesap makinesi diye bir kavram yoktu. Ancak aynı yıllarda kamu kurumları ile iş yerlerinde ve özellikle de muhasebe bürolarında “Facit” marka hesap makineleri vardı.
Ben bu makinelerin son dönemine yetişerek kullanmış birisi olarak, o makineler kadar henüz antika değerinde olmadığımı belirtmek isterim. Benim ilk meslek yıllarımda var olan bu makineler, 1990 yılına gelmeden yerini elektrikli hesap makinelerine terk etti.
Özellikle üniversite yıllarında kullanmış olduğum, güneş enerjisi ile çalışan, “Texas Instruments” marka cep tipi hesap makinem, halen çantamın içinde ve benim yanımdadır. Her türlü logaritmik ve trigonometrik hesaplamayı yapabilen, integral ve türev problemlerini çözebilen bu hesap makinesi, benim sağ kolum konumundaydı.
Günümüzde gelişen teknoloji karşısında antikacıların vitrininde yerlerini alan bu makineler, en son bizim neslimiz ile tanışabildi.
Kimi zaman çekilen bir nefes sigara dumanının altında kalan, kimi zaman yenilen bir yenilen bir parça simidin susamını merdanesinin arasında eriten, kimi zaman amirine sinirlenen bir memurun yumruklarının altında kalan bu cefakâr makinelerin ortak adı, “Büro makineleri” idi.
Günümüzde gelişen teknolojiye ayak uydurmakta güçlük çeken elektronik büro makineleri, bir sonraki nesil çıkar çıkmaz, hemen elektronik hurdası olarak işlem görmektedir. Henüz antika değeri görmeyen bu cihazlardan bu kadar kolay vaz geçiliyor olması, mekanik dünyadan transfer olan bizim neslimiz için, kolay anlaşılan bir kavram değildir.
Bugün elinde Commodor ya da Sincleir marka bilgisayarı olanlar, bunların artık bir tarih olduğunu ve cihazın belleği boş olsa bile bizlerin belleğinde nice anıların yer aldığını daha rahat görebilmektedir.
TARİHİ YAŞARKEN YAZABİLMEK
Paylaş