Son bir yıldaki istikrarlı yükselişinin ardından açıklanan BDDK kararıyla birlikte 16,05 seviyesine kadar gerileyen ABD Dolar kuru, neredeyse en önemli gündem maddesi olma özelliğini koruyor. Enflasyon artışındaki temel faktörlerden biri olması da doların bu pozisyonunu güçlendiriyor. İthal girdi kullanılarak üretim yapma zorunluluğu, maliyetlere yukarı yönlü baskı yaparken döviz kuru geçişkenliğinin gecikmeli etkileri nedeniyle sürecin ne kadar devam edeceği ise çözüm bekleyen temel sorunlardan biridir. TCMB’nin açıklamış olduğu raporlarda da belirtildiği üzere ters dolarizasyonun sağlanması, içerdeki enflasyonist baskıyı azaltacağı için olmazsa olmaz bir hedef. Peki ülkemizde yüzde 70 düzeyine ulaşan dolarizasyon nedir ve çeşitleri nasıl tanımlanıyor özetleyecek olursak, kısmi ve tam dolarizasyon ile simetrik ve asimetrik dolarizasyon ayrımlarını ele alabiliriz.
Dolarizasyon, paranın bir veya birkaç işlevinin yerli paradan yabancı paraya geçmesidir. Her ne kadar adı dolarizasyon olsa da yabancı paranın ABD Doları olması şart değildir. Yerli paranın işlevlerinin yabancı paraya geçme derecesi ve nedenleri, ekonomiler arasında farklılık göstermektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde kişiler ve kurumlar, makro istikrarsızlıkların bir sonucu olarak, finansal varlıklarının değer yitirmesi korkusu ile daha istikrarlı para biriminden varlıklara yönelebilmektedirler. Ekonomik birimler bu şekilde çeşitlendirme yaparak riski azaltma çabası içerisine girmektedirler. Ancak dolarizasyon, döviz kuru dalgalanmalarının ekonomiye intibakını artırdığı için ekonomik dengelerin tümünü etkileyen bir risk unsuru oluşturması nedeniyle, yüksek değerlere ulaştığında, çözülmesi gereken bir probleme dönüşmektedir.
1980’lerde Meksika, İsrail, Peru ve daha bir çok ülkedehızla yükselen ve üç basamaklı rakamlara varan enflasyon nedeniyle kişiler kendilerini yerli paranın satın alma gücünü hızla kaybetmesinden korumayı portföylerini dolara geçirerek öğrenmişlerdir. Zamanla bu ülkelerdeki hükümetler yerleşiklerin dolar cinsinden mevduat hesapları açmalarını ve nakit dolar hesaplarının istatistiklerini tutmaya başlayarak kısmi dolarizasyonu onaylamışlardır. Ancak 1994 Meksika ve ardından 1997 Asya, Rusya ve Brezilya krizleri ile başlayan süreçte devalüasyonların yarattığı yüksek maliyetler görüldükçe yeni bir döviz kuru arayışına girilmiştir. Bu dönemde resmi dolarizasyon ilginç ve etkili bir alternatif olarak ortaya çıkmış ve konunun popülaritesi, 1999 yılı başında Arjantin Başkanının ciddi şekilde dolarizasyon planı düşündüklerini açıklamasıyla artmıştır. Söz konusu dolarizasyon planının uygulaması iki basamaktan oluşmaktadır: Öncelikle dolaşımdaki tüm ulusal para ve bankalardaki rezervler belirlenmiş bir orandan dolara çevrilecektir. İkinci olarak yerli para cinsinden tüm sözleşmeler yine önceden belirlenmiş bir orandan dolar cinsinden sözleşmelere dönüştürülecektir. Böylelikle bu plan ile artık o ülkenin bağımsız para politikası kalmayacak, ABD Merkez Bankası’nın para politikasını kabullenecektir. Bu uygulama, resmi dolarizasyondur ve ulusal para birimi elimine edilmektedir. Para kurulu uygulamasında ise merkez bankasının arkasında durduğu tam ikamenin sağlandığı bir sistem mevcuttur. Burada ulusal para yok edilmemekte ancak tamamen dolara endekslenmektedir. Tam dolarizasyon ve para kurulu uygulaması uç örnekleri oluştururken, kısmi dolarizasyon ise oldukça yaygındır. Kısmi dolarizasyonun gelişmiş ülkelerdeki durumu simetriktir; yerleşik ve yabancılar yerli ve yabancı para cinsinden nakit ve varlık tutmaktadırlar. Gelişmekte olan ülkelerde ise dolarizasyon süreci asimetriktir; yerleşikler, yerli ve yabancı parayı kullanırken, yabancılar yerli parayı kısa vadeli portföy yatırımları haricinde tercih etmemektedirler. Bu ülkelerde tercih edilen para çoğunlukla ABD Doları’dır ve paranın neredeyse üç işlevini de görmektedir. İlk olarak dolar, değer saklama aracı olarak kullanılmaya başlar, süreç ilerledikçe mal fiyatları özellikle de dayanıklı mallar, kiralar ve yüksek maliyetli dolara endekslenir ve dolar ödeme aracına dönüşür. Dolarizasyon üzerine yapılan neredeyse tüm çalışmalar konuyu asimetrik açıdan ele almaktadır çünkü içerideki para politikasının yönetiminde olmayan bir para birimi mevcut bir risk unsurudur. Dolayısıyla asimetrinin derecesini belirleyen temel faktör ulusal paraya duyulan güvendir.